Pestisit Zehirlenmeleri

Pestisit zehirlenmeleri, kronik hastalıklara ve ölümlere yol açtığı kadar, 9-14 Kasım 2025'te İstanbul Fatih'te yaşanan Böcek ailesi trajedisinde olduğu gibi, bir ailenin tamamını akut nedenlerle yok edebilecek kadar yıkıcı olabilir. Bu korkunç vaka, ülkemizde pestisit kullanımının ne denli bireysel inisiyatiflere terk edildiğinin de acı bir kanıtı niteliğindedir.

Sektörün ısrarla "tarımsal ilaç" diye pazarladığı bu ürünlerin, aslında "zehir" olduğunu her fırsatta hatırlatmak zorundayız. Böcek zehirleri, doğası gereği hedefledikleri canlıları yok etmeyi amaçlar. Belirli canlıları öldürmek üzere tasarlanmış maddelerin, diğer canlılar için taşıdığı riskler ise yadsınamaz. Vücudumuzun bu zehirlere verdiği tepkiler, maruz kalınan doz ve sıklığa göre şekillenir. Yüksek dozlarda pestisitler ani ölümlere neden olurken, yıllarca düşük dozlarda birikenler ise kanser başta olmak üzere pek çok kronik hastalığın başlıca tetikleyicisi haline gelir.

Günümüzde sigara kullanımının sayısız hastalığa yol açtığı konusunda kimsenin en ufak bir kuşkusu kalmamıştır. Oysa bu ürün, bir zamanlar doktorlar tarafından bile teşvik edilmiş, hastalara önerilmişti. Benzer şekilde, doktorlar ve bilim insanları tarafından hararetle savunulan bir başka örnek de DDT adlı zehirdir. O dönemde o kadar "güvenli" kabul ediliyordu ki, uçaklarla yerleşim yerlerine püskürtülüyor, hatta bebeklerin üzerine bile uygulanıyordu. 1972'de ABD Çevre Koruma Ajansı (EPA) tarafından yasaklanan bu zehir, o yıllarda öyle yoğun kullanıldı ki, bazı tarım arazilerinde hâlâ kalıntılarına rastlanıyor; dolayısıyla yol açtığı hastalıklar ve kayıplar ne yazık ki hâlâ son bulmuş değil.

Daha güncel bir örnek olarak glifosatı, yani dünyanın en yaygın kullanılan ot ilacını verebiliriz. Hâlâ pek çok ülkede serbestçe kullanılan bu zehir hakkında, üretici firma tarafından finanse edilmiş 500'den fazla bilimsel makale bulunmaktadır ve bu çalışmaların hemen hepsi, insan sağlığına tehdit oluşturmadığı sonucuna varmıştır. Oysa Uluslararası Kanser Araştırma Ajansı (IARC) tarafından 2015'te "muhtemel kanserojen" (Grup 2A) olarak sınıflandırılan glifosat, lenfoma başta olmak üzere çeşitli hastalıklara neden olduğu kanıtlanmış olup, bazı ülkelerde (örneğin Fransa ve Almanya) yasaklanmaya başlanmıştır. Bilim insanları tarafından can hıraş savunulup on yıllar sonra yasaklanan sayısız ürün sayabiliriz.

Peki ya bugün "güvenli" diye pazarlanan, her gün maruz kaldığımız binlerce sentetik pestisitten kaçı 10, 20 ya da 30 yıl sonra aynı akıbete uğrayacak?

Sentetik pestisitlere maruz kalmak, adeta hayatla kumar oynamaktır. Bu noktada kendinize şu soruyu sormalısınız: "Bu riske değer mi?" Çiftçilerin hangi sıklıkta, hangi dozlarda kullandığını bilmediğimiz; çoğu zaman birden fazla pestisitin kokteyl halinde uygulandığı ve hakkında yeterli veri olmayan bu zehirleri tüketmek, ne kadar akılcı bir tercih?

Sanırım birçoğumuz, bu zehirlerin gözümüzün önünde serpilmediği için kendimizi kandırabiliyoruz. Bu yüzden size daha somut bir soru sorayım: Bir restoranda yemek siparişi verdiğinizi hayal edin. Garson yemeğinizi masanıza getirdikten sonra, sinek ilacı püskürterek etrafındaki sinekleri kovmaya başlasa... Ne düşünürdünüz? Ve daha da önemlisi, o yemeği hâlâ yiyebilir miydiniz?

İşte bizim organik tarıma geçişimiz de tam olarak bu sorulara verdiğimiz yanıtlarla başladı. Sağlıklı gıda, en temel insan haklarından biri olmalı; oysa ne yazık ki, tüm dünyada zehirlerle yıkanmış ürünler standart haline gelmiş durumda. Bu gerçeklerle yüzleşmek ve sağlığımızı kendi elimizle korumak artık bir zorunluluk. Yediğimiz gıdalar hakkında bilinçlenmeli, kendimizin ve sevdiklerimizin sağlığını şansa bırakmamalıyız.

RELATED ARTICLES