Gıda Krizi Kapımızda

Türkiye olarak geçtiğimiz 1-2 yıla kadar çok derinden hissetmemiş olsak da, Dünya her geçen gün büyük bir gıda krizine doğru emin adımlarla ilerliyor. Batı ülkelerinde bile gıdada son 50 yıldır benzeri görülmemiş fiyat artışları yaşanmaya başladı. Geçtiğimiz yıldan bu yana en temel besin maddelerinin başında gelen buğdayın fiyatı dünya piyasasında 2 katına çıkarken, ülkemizde ise 5 katına çıktı. Dünya’da yaşanan enerji, sağlık, iklim gibi diğer krizlerin ve ülkeler arası gerginliğin de her geçen gün artmasının etkisiyle gıda enflasyonunun korkutucu boyutlara çıkması kaçınılmaz gibi gözüküyor. Aslında bu durumun en temeline indiğimizde, baş sorumlu olarak toprağın ölümüne yol açan sürdürülemez konvansiyonel tarım yöntemlerinin olduğunu görüyoruz. Maalesef bu sürdürülemez tarım modelinin böyle bir sonuca yol açacağı yıllardır bilinmekte olmasına rağmen yine de hiçbir önlem alınmadı.

Geçtiğimiz yıl ülkemiz adına son dönemlerin en kurak yıllarından biri olarak kayıtlara geçti. Tahıl üretiminin merkezi olan bölgelerde %70-80’e varan kuraklık sonucunda bazı çiftçiler hasat bile yapamadan tarlalarını olduğu gibi sürmek zorunda kaldılar. Ülkemizde çiftçilik genellikle küçük ölçekli yapıldığından çiftçiler kredi borçları ile yıldan yıla mali döngülerini sağlamak için uğraşırlar. 1 yıl bile istenilen hasatı alamamak birçok çiftçi için tarlasını satıp, mesleği bırakma sebebi olabiliyor. Hal bu iken konvansiyonel tarımda kullanılan gübre, ilaç, tohum ve mazot fiyatlarında sadece 1 yıl içerisinde yaşanan %100 ila %400 arası artışlar da çiftçinin belini kırmış gözüküyor. Bu şartlar altında birçok çiftçi bu sene ya dikim yapamadı, ya da her zamankinden daha az girdi ile şansını denemek zorunda kaldı.

Konvansiyonel tarım birçok yönden uyuşturucu bağımlılığına benzetilebilir. Nasıl ki uyuşturucunun etkisi kullanan kişi üzerinde her geçen zaman azalırken, ihtiyaç duyulan miktar ise artıyorsa; konvansiyonel tarımda da sentetik girdilere olan ihtiyaç her yıl artarken, verim azalmaktadır. Aynı uyuşturucu bağımlılığında olduğu gibi bu döngüden çıkılmak istenildiğinde de çok sancılı ve acılı bir süreç başlar. Vücudun kendini iyileştirmesi nasıl ki yıllar sürüyorsa, toprağın da doğru bakım ile hayat bulması minimum 5-10 yıl gibi bir süre almaktadır. Bu nedenle doğru adımlar atılsa bile kısa zaman içerisinde rekoltenin her zamankinden daha düşük olması ve maddi olarak dayanacak gücü olmayan çiftçilerin bu süreci tamamlayamayamadan pes etmeleri olasıdır. Bu nedenle sürdürülebilir tarım yöntemlerine geçiş sadece devlet çapında yapısal tarıms reformları ile hayata geçirilebilir. Bu noktada da yıllardır tarım firmalarına tanınan insiyatifler ve bu firmaların devasa etki alanları hükümetlerin ellerini kollarını bağlamaktadır.

Bu söylediklerime ek olarak konvansiyonel tarım yöntemleri toprağın su tutma kapasitesini her yıl azaltırken, topraktaki organik madde miktarını da yok etmektedir. Bu nedenle uzun yıllar konvansiyonel tarım yapılmış alanlar kuraklığa karşı oldukça kırılgan bir yapıdadırlar ve kısa dönemde verim alınabilmesi için sentetik girdiye muhtaç haldedirler. Buna bağlı olarak da geçtiğimiz yıl gibi kuraklıkların yaşandığı sezonlarda arzu edilen verime ulaşmak mümkün olmamaktadır. Oysa organik tarım yöntemlerinin uygulandığı topraklarda su tutma kapasitesi ve topraktaki organik madde miktarı her yıl artmaktadır ve kurak geçen yıllarda dahi zarar minimuma indirilebilir. Daha da önemlisi toprak her geçen yıl, bir öncekinden daha verimli ve daha yüksek su tutma kapasitesine sahip olacağından dış etkenlerden bağımsız olarak karlılığın her yıl artması beklenecektir.

Maalesef Dünya’daki tarım alanlarının ezici çoğunluğunda konvansiyonel tarım yöntemleri uygulanmaktadır. Bu da girdi fiyatlarında yaşanmakta olan artışa ve su krizinin büyümesine bağlı olarak gıda krizini kaçınılmaz bir risk olarak önümüze koyuyor. Dışarıdan girdiye ve sulamaya bağımlı bu tarım modeli gıda gibi stratejik bir sektörü her zamankinden daha kırılgan bir hale getirmiştir. Bu nedenle zaman kaybetmeden, ülke çapında yapısal tarım reformları ile; girdilere bağımlı olmayan, toprağı öldürmeyi değil, yaşatmayı hedefleyen rejeneratif tarım yöntemlerine acilen geçilmeli ve kamuoyunda farkındalık yaratılmalıdır. Aksi takdirde bizleri ve bizden sonraki nesilleri şüphesiz çok zor günler beklemektedir.

Burak Alsan

 

İletişime Geç